Çatı katındaki odamın penceresine yuva yapan kumruların sesi ile uyandım yine. Ağır gözlerim açılmamak için dirensede benim için sabahın olduğunu bu kuşlar bana anlatıyordu.
Biraz daha kendimi zorlayıp açtım gözlerimi ahşap renginin hakim olduğu odamda kapalı perdelerin arkasındaki aydınlıktan havanın aydınlandığı belli oluyordu. Hafif olan baharlık yorganı üzerimden kaldırıp pencereye doğru geldim.
Saat kaçtı bilmiyorum pencereden dışarı bakınca havanın kurşuni grisinin beyaza dönen rengi ile karşılaştım. Havada sabah saat beş serinliği vardı.
Dışarıdan gelen kuş sesleri ve o hafif serin hava.
Bu dünyada cennet varsa orası da kesinlikle Antakya’ dır.
Burda yaşayan kimsenin ayrılamadığı yıllarca farklı kültürlere farklı dinlere ev sahipliği yapan alevisi sünnisi hristiyanı yahudisi herkesin bir arada birbirine dokunmadan huzurla yaşadığı o hareketli şehir.
Camisi de var havrası da kilisesi de. Eski antakya sokaklarında birbirine karışan çan ve ezan sesinin olduğu o aşık olunası şehir.
Çok şanslıydım burda doğdum, burda büyüdüm ve burda yaşıyordum. Başka hangi şehirde yaşanır hiç bilmiyorum.
Ya da Hatay dışındaki insanlar mesela künefe ve döner yemeden nasıl dayanıyorlar. Ya da antakya köftenin o yakan acı biber tadı olmadan o mayoneze karışan soğan tadını almadan nasıl tat alıyorlar hayattan.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Bir kez daha teşekkür ettim bu muhteşem şehire. Beni kalbine alıp sardığı için bana kendinde yaşama şansı verdiği için.
Annemler ve kardeşim daha uyuyordu. İşe gitmeme de daha 1 saat vardı. Kendime süvari bir kahve yapıp serin balkona çıktım. Kulaklığımı takıp her sabah yaptığım rutinimi yaptım.
Kulağımda barış manço ayılmam için sürekli söylüyordu.
“Kara sevda kara sevda dedikleri daha ne olabilir ki
Kara sevda kara sevda seni benden kim ayırabilir ki
Çocukça bir aşk deyipte geçme sakın gülme halime
Nasıl oldu anlayamadım ama seviyorum seni delicesine.”
Gülümsedim. Saçma bir mutluluk vardı içimde. Belki de bu dünyada çoğu kişiye nasip olmayan bir şey yaşadığım içindir. Aşık olabildiğim içindir.
Bir kere de olsa bu muhteşem duyguyu yaşayabildiğim içindir.
Bu dünyada bana hiç bir kişiye baktırmayacak gözümü kör eden bir aşk. Henüz bilmiyor onu bu kadar sevdiğimi kendimi bilse ne tepki verir onu da bilmiyorum aramızdaki arkadaşlığı etkileyeceği kesin.
Ya öyle olmazsa ya o da beni seviyorsa o zaman bu dünyadaki en efsane çift biz olurduk. Mutlu olduğumuz günlerin ihtimali bile beni o kadar mutlu ediyordu ki gülümsemelerime engel olamıyordum.
21 yaşında bir kız hele ki hayatının aşkını bulduğunu düşünüyorsa bir süre sonra evlilik planları yapmaya başlıyor zaten.
Bu arada kendimi tanıtmadım. 21 yaşında tahmin etmişsinizdir ki antakyada yaşayan özel bir hastanede hemşirelik yapan bir kişiyim.
Neşe dolu ailesine aşırı düşkün akrabaları tarafından sevilen her ortamda eğlenmeyi ve eğlendirmeyi bilen çocukla çocuk büyükle büyük olan bir kız. Sürekli müzik dinleyen kulaklıkları ile yaşayan bir kız.
Güzel miydim bilmiyorum. İnsanın kendini güzel hissetmesi için sevdiği kişinin de onu sevmesi gerektiğine inanıyorum. Beklediğin insan seni güzel görmedikten sonra kimin güzel gördüğünün ya da güzel olup olmadığının bir anlamı olmuyor.
Ama ortalamanın üstünde bir kızdım. Uzun simsiyah saçlarım beyaz tenim ve şirin bir yüzüm vardı. Sağ yanağımda da bir gamzem. O gamzeme aşırı düşkündüm onu çok seviyordum.
Bazı insanlar sadece onu göstermek için güldüğümü bile düşünüyordu. Kıskançlar onlarda yok diye kıskanıyorlar bence.
Bu düşünceler kafamın içinde dolanırken işe gitme saatim gelmişti. Hemen hazırlanmaya başladım. Hazırlanıp otobüs durağına doğru koşturuyorum.
Otobüs gelince binip hastanenin yolunu tuttum. Yaklaşık 15 dakika sonra hastaneye ulaşmıştım.
Otobüsten inip hastanenin kafeteryasına geçtim. Her sabah hastane çalışanlarının klasik rutini olan işe girmeden önce sigarasını içmek için.
Hastane aşırı yoğun olduğu için ne zaman bir daha molaya çıkıp sigara içeceğin belli olmuyordu.
Ben sigara kullanmıyordum. Sadece arkadaşlarımın yanına geliyordum. Onlarla oturup öyle çıkıyordum. Ağaçların arasındaki masalardan birine oturdum. Bir süre sonra arkadaşım deniz ve su geldi. Birazdan mine de gelirdi.
Deniz evli olan ama hiç evli gibi davranamayan henüz daha kendi çocuk olan arkadaşımdı. Karısı ile üniversitede tanışıp çok aşık olunca üniversite bitince evlenmiş. Karısına deli gibi aşık bir insandı. Bütün hastanenin erkekleri ile de arası aşırı iyi olan arkadaşımdı.
Su ise hastanenin eskilerinden. Şu demirbaş denilenlerden. Sarışın ve çok güzel bir kızdır. Alımlı ve her yerde kendine baktıran bir kızdır.
Onlar gelip yanıma oturdular. Beraber sigaralar yakılıp muhabbet başlarken içeri gitmemize yirmi dakika falan vardı. Onlar konuşmaya devam ediyordu ama benim gözüm hala kapıdaydı.
Arada bir onların söylediklerine bakıp gülüyorum. Sonra telefona baktım saate bakmak için. Deniz beni dürttü.
“Seninki geldi” dedi. Hemen kapıdan tarafa baktım.
“Hani nerde” diye hemen kapıya baktım ama kimse yoktu. En azından o yoktu.
“Hani ya” dedim.
Deniz sigaradan bir fırt çekip bırakıp bana güldü.
“O değil lan mine geldi” dedi gülerek.
“Of deniz ya aklım çıktı” dedim telefona geri kafamı çevirip.
“Sırf çocuğu görmek için pasif içici oldun be kızım akciğer kanseri olcan sevdiğini söyle de kurtul”
“Söyleyemem abi ne diyecem sana aşığım mı hem isterse o söyler” dedim.
“Haklısın sen kendini ağırdan sat hem bence onun da sende gönlü var” dedi göz kırparak.
Hemen heyecanla kolundan tuttum.
“Vallaha mı lan o mu söyledi. “
“Lan ne be sen kibar bir kızsın çocuk bu hilini görse sana mahmut abi der “ dedi gülerek.
“Ya deniz söyle işte ya su bir şey söyler misin şuna” dedim sudan destek alarak.
“Bence de senle gönlü var gibi ben anlarım” dedi.
“Kimin kimde gönlü var” dedi mine yanımıza oturup.
“Sence “ dedi su beni göstererek gözüyle.
“Bence de var hem de aşırı var”
“Ya o zaman neden hiç bir şey söylemiyor”
“Hah geldi” dedi deniz.
Kafamı kaldırıp kafeterya girişine baktım. Sırtına çantasını takmış o dünyanın en güzel tonuna sahip ten rengi ve çekik gibi olan ama çekik olmayan gözleri ile. Bu devirlere ait olmayan havası ile. Bana doğru yürürken bile benim kalbimi yerinden çıkaran nefes almamı önleyen o yakışıklı. Uzun boylu ve dalgalı saçları ile hastanenin benim gözümde en yakışıklı çocuğu o kim mi?
Benimki.
Yavaş yavaş yaklaştı masaya doğru keşke kafamı başka tarafa doğru çevirsem çocuğa ayran budalası gibi bakmayı bıraksam.
“Selam millet “ dedi denizin sırtına elini koyup. Masaya oturmadan ayakta bekliyordu.
“Günaydın kardeş” dedi deniz.
“Napıyorsunuz “ dedi hala ayakta bize bakarken.
“Hiç oturuyoruz. Gel sigara içelim “ diye teklif etti deniz. Allahım ne olur kabul etsin. Kendi içimde dualar ederken kafası ile diğer masayı gösterdi.
“Bizimkiler orda yanlarına gideyim” dedi.
Masaya kafamı çevirip baktım. İçlerinde hiç sevmediğim emine denen o kızda vardı. Bu kızın benimkine yazdığına adım gibi emindim ama işte kanıtlayamıyorum.
Sinirli sinirli kafamı önüme çevirdim.
“Sen bilirsin teklif var ısrar yok”
“Akşam eski antakyaya gidelim mi kareoke ye falan “ gözü bendeydi sanki bana soruyor gibiydi. Başka bir tarafa değil bana bakıyordu.
“Olur” dedik. Hep bir ağızdan ama gözleri bendeydi. Bana göz kırpıp
“Akşam görüşürüz o zaman” dedi. Utanıp başım yere indi. O diğer masaya doğru geçince bende kalp çarpıntım ile masada salak salak gülmeye devam ettim.
“Kalk kalk rezil çocuğun içine düştün yine” dedi su.
“Çok mu belli ettim ya” dedim.
“Bir ara emineyi öldürecen sandık mustafa ya el sallayınca.”
“Gerçekten mi ya”
“Hadi gitme saatimiz geldi kalkalım “ dedi su.
Kalkarken hala gözüm ondaydı. Ona bakıyordum o da bana bakıyordu. Ben tam kalkarken gülümsedim o da bana el salladı.
İşte bu benim masum ve ilk aşkım. Uğruna insan bile öldürebileceğim sevdiğim esmer.
“Mustafa “
Ben mi kimin bende onu ilelebet sevecek olan tek kişi. Bu benim şimdilerde bana tatlı gelen ama acılarla dolu aşk hikayem. Ben kim miyim?
“Belen”
Waiting for the first comment……
Please log in to leave a comment.