Reads
Yaşadığım her şeyin tek bir sebebi vardı: **beyaz kurt** olmam. Kurt adam dünyasında bu, bir unvan değil; bir damga, bir lanet, bir tehdit olarak görülürdü. Doğduğum andan itibaren kaderim, kendi rengimle mühürlenmişti. Kimi sürüler beni kutsal bir işaret, Tanrıça’nın özel bir dokunuşu olarak görür; kimileri ise gücüm yüzünden beni ele geçirilmesi gereken bir hazine gibi avlardı. Ama eşim… O benim varlığımı bile kabullenemeyen, beyaz bir kurdun nefes almasını dahi günah sayan kişiydi. Onun gözünde ben bir eş değil, **öldürülmesi gereken bir uğursuzluk**tum.Şimdi ise, çürümüş ceset kokusunun duvarlara işlediği bu rutubetli zindanda, zincirler bile etime geçmişken, kaderimin beni nereye sürüklediğini düşünmekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Taş duvarlar soğuktu ama eşimin nefretinin soğuğu, bedenimdekinden çok daha derinlere işliyordu. Her nefesim, Ay Tanrıçası’nın lütfu olan **eş bağı** yüzünden hâlâ hayatta olduğumu hatırlatıyor; aynı zamanda bir sonraki işkencenin kaçınılmazlığını fısıldıyordu.Her adımını duymadan bile yaklaşabildiğini biliyordum. Bağımız yüzünden kalp atışını, öfkesini, nefretini hissedebiliyordum. Onun varlığı, bu karanlıkta bile üzerime çöken bir gölge gibi beni ezip duruyordu. Zincirlerime sürtünen bileklerim acıyordu, ama asıl acı, içimdeki o kırılmamış bağın beni ona mahkûm etmesiydi.Bu zindanda zaman kavramı yoktu. Ne gün ışığı vardı, ne de umuda dair bir iz. Sadece taşların arasından yükselen ölüm kokusu, eski kan izleri ve sessizce süzülen su damlalarının sesi… Her gölge bir tehdit, her sessizlik bir fırtına habercisi gibiydi. Eşim, ne zaman geleceğini bilmediğim bir kasırga gibi üzerime çöküyor, beni güçsüz bırakmayı bir görev, bir ibadet gibi görüyordu.Şimdi yine aynı an yaklaşıyor. İçimdeki eş bağı geriliyor, sanki görünmez bir el kaburgalarımı sıkıyormuş gibi nefesimi kesiyor. Bu his sadece tek bir anlama geliyor: **yaklaşıyor**. Onun geleceğini, bana dokunmadan, adım atmadan bile anlayabiliyorum.Ve ben, beyaz bir kurt olarak Dünya’ya lanet sayılan, ama Tanrıça tarafından kutsandığı söylenen ben… Bu karanlık hücrede, onun bana reva göreceği bir sonraki işkenceyi beklemek zorundayım.Bir sonraki nefesim, bir sonraki acım, bir sonraki hayatta kalma çabam… Hepsi kaçınılmaz.
Updated at
Reads
Ne kadar süredir bu karanlık ve soğuk hücrede olduğumu hatırlamıyorum bile. Zaman benim için çoktan anlamsız hale geldi. İlk başlarda günleri saymaya çalışmıştım. Her sabahın, her akşamın farkını hissetmeye çabaladım, ama artık gecem mi gündüz, gündüzüm mü gece, bunu bilmek imkânsız. Hücremin duvarları arasında sıkışıp kalmışken, dış dünyadaki yaşamdan tamamen koptum. Sanki başka bir boyutta yaşıyor gibiyim, burada, bu zindanda hayat çok daha yavaş akıyor. Kendimi bildim bileli 25 yaz gördüm, ama bu hücrede geçen yıllar çok daha uzun gibi hissettiriyor. Zaman, benim için bir işkence aracına dönüştü. Her geçen saniye, her geçen dakika, beynimde yankılanan bir çığlık gibi. Ne kadar zamandır bu karanlık yere hapsedildiğimi düşünmek bile beni çıldırtıyor. Bedenim bitkin, her kasım acıyor. Zincirler boynumu ve bileklerimi acımasızca kavramış, ağır metaller tüm hareketlerimi sınırlıyor. Beni esir alan bu lanet metaller, vücuduma o kadar derinlemesine nüfuz etti ki, artık varlıklarını neredeyse hissetmiyorum bile. Ama onlar orada, her adımda, her nefes alışımda bana hatırlatıyorlar ki bir mahkûmum. Zihnim ise en az bedenim kadar yorgun. Her gün aynı düşüncelerle boğuşuyorum. Kaçmak için planlar yapıyorum, ama hepsi zihnimde boğuluyor. Bir çıkış yolu olmalı, ama bu yolu bulmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bazen düşüncelerim birbirine karışıyor, gerçek ile hayal arasındaki sınır silikleşiyor. Beynim bu hücrenin karanlığıyla bütünleşmiş gibi hissediyorum, sanki hiçbir zaman ışığa kavuşamayacakmışım gibi. Özgürlük... Bu kelime zihnimde yankılanıyor, ama artık bir anlam ifade etmiyor. Ne zaman özgür olacağım? Bu işkence ne zaman sona erecek? Cevapsız kalan bu sorular, zihnimde sürekli dönen bir girdap gibi beni içine çekiyor. Her gün, her saat, aynı acı, aynı çaresizlikle uyanıyorum. Bir daha can almak istemiyorum. Can almaktan, kendi türümün hayatını ellerimle sona erdirmekten o kadar bıktım ki artık ruhumun derinliklerinde yankılanan bu kan kokusundan kaçmak istiyorum. Ama kaçamıyorum. Zorla, acımasızca, sırf birilerinin eğlencesi için kendi soyumu katletmeye zorlanıyorum. Bu lanet döngü, her gün tekrar tekrar yaşanıyor. Ellerimin arasından, son nefeslerini verirken yüzlerinde beliren acı dolu ifadeleri görmek, gözlerindeki korkuyu ve çaresizliği hissetmek, ruhumu her seferinde biraz daha kırıyor. Her öldürdüğümde, içimdeki öfke ve nefret biraz daha büyüyor. Ne zaman bitecek bu işkence? Ne zaman sona erecek? Öldürmeyi reddettiğimde, bana yapılan işkenceler dayanılmaz hale geliyor. Bedenimdeki her bir kemik, her bir kas acı içinde kıvranıyor. Ölümden beter işkenceler... Sanki ruhum bedenimden kopup gitmek istiyor, ama buna bile izin verilmiyor. Her seferinde, hayatta kalmak için savaşıyorum, ama bu savaş artık bir amaç olmaktan çıktı, sadece bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü. Her nefes alışım, her adımım bir ağırlık gibi geliyor. Özgürlüğe adım atmadığım her an, bedenim biraz daha köleleşiyor. Gün ışığını sadece hücremin el bile sığmayan penceresinden görebiliyorum. O incecik ışık huzmesi, bana özgürlüğü hatırlatıyor, ama aynı zamanda ulaşamayacağım bir rüya gibi. Bu kabusun bir sonu olmalı. Bir yol bulmam gerekiyor. Ama nasıl? Üzerimdeki bu ağır metallerden nasıl kurtulacağım? Vücuduma işleyen kurtboğan otunun etkisi her geçen gün daha da artıyor. Gücümü kaybediyorum. Sanki bu metal zincirler sadece bedenimi değil, ruhumu da esir alıyor. Her sabah, biraz daha zayıflamış olarak uyanıyorum. Ama vazgeçmeyeceğim. Planlar yapmalıyım, bir yol bulmalıyım. Tüm zihnim, bu hücreden kaçmak için bir çözüm arıyor. Zihnimin derinliklerinde bir ışık arıyorum, ama her defasında karanlığa geri çekiliyorum. Yine de pes etmeyeceğim. Bir yol bulana kadar düşüneceğim, plan yapacağım. Her gece, bu karanlık hücrenin duvarları arasında uyumaya çalışırken, rüyalarımda aynı iki kadın beliriyor. Onlar, bu kabusun içinde gördüğüm tek huzur kaynağı. Rüyalarımda, bu dünyadan tamamen kopmuş gibiyim. İki kadın... Melek kadar masum, beyazlar içinde, bana huzur veren gülümsemeleriyle beliriyorlar. Kim olduklarını bilmiyorum, ama sanki onlarla bir bağım var. Sanki uzun zamandır aradığım, beklediğim bir şeymiş gibi hissediyorum. Biri kollarını bana açıyor, o kadar şefkat dolu ki, tüm acılarımı alıp götürecekmiş gibi hissediyorum. Diğeri ise elimi tutuyor, parmaklarının sıcaklığı içimi ısıtıyor. Onların yanındayken, bu hücrede olduğumu unutuyorum. Bana huzur veriyorlar, bana umut veriyorlar. Her defasında bana aynı şeyi söylüyorlar: "Bizi bul." Ama nasıl? Onlara nasıl ulaşacağımı bilmiyorum. "Nasıl bulacağım sizi?" diye sorduğumda, her defasında aynı cevabı veriyorlar: "Kalbini dinle." Bu sözlerin anlamını çözmeye çalışıyorum, ama ne kadar düşünürsem düşüneyim, bir sonuca varamıyorum. Kalbimi dinlemek... Belki de buradan çıkış yolum orada, kalbimde saklıdır. Ama kalbimin sesini duymak, bu karanlığın içinde o kadar zor ki. Bu rüyalardan hiç uyanmak istemiyorum. Gerçek dünyanın acısından, bu karanlık hücrenin soğukluğundan kaçıp, sonsuza
Updated at
Reads
Yaşayacaklarımdan tamamen habersizdim. Günlerdir içimde tarifi zor bir heyecan vardı. 18. yaş günüm hızla yaklaşıyordu ve bu, benim için bir dönüm noktası olacaktı. Çocukluktan çıkıp resmen bir yetişkin olacaktım artık. En çok da bunun getireceği özgürlük fikri büyülüyordu beni. Annemin sıkı kuralları, bana çizdiği sınırlar, her şeyin son bulacağına inanıyordum. Nihayet şehirden ayrılmama izin vermek zorunda kalacak, ben de hayalini kurduğum üniversiteye gidecek, yeni bir şehirde, kendi ayaklarımın üzerinde durduğum yepyeni bir hayata başlayacaktım. Kendi kararlarımı alacağım, kimseye hesap vermeden yaşayacağım o hayatın hayaliyle uyuyup uyanıyordum. Oysa gerçek bambaşkaydı. Hayatın bana ne hazırladığını bilmiyordum. 18 yaşıma girmemle birlikte her şeyin değişeceğini hayal etmiştim ama bu şekilde değil… Ben sıradan bir kız olduğumu zannediyordum. Sessiz, içine kapanık ama hayalleri büyük bir genç kız… Oysa tüm hayatım, sandığımdan çok daha derin ve karanlık bir sırrın üzerindeymiş. 18. yaş günümün sabahı… O sabah her şeyin başlangıcıydı. Uyandığımda içimde tarif edemediğim bir huzursuzluk vardı. Oysa mutlu olmam gerekiyordu değil mi? Bugün benim doğum günümdü. Oysa kalbim sanki olması gerekenden fazla atıyor, ellerim titriyor, tenimde garip bir sıcaklık dolaşıyordu. Aynaya baktığımda gözlerimde bir yabancılık gördüm; daha önce hiç fark etmediğim bir derinlik, içimi ürperten bir karanlık vardı orada. O gün, bana anlatılan tüm gerçeklerin bir yalan olduğunu, aslında bambaşka bir kaderin içine doğduğumu öğrendim. Ne sandığım gibi sıradan bir genç kızdım, ne de önümdeki hayat, benim hayalini kurduğum kadar basitti. O sabah, her şey değişti.
Updated at
Reads
MERHABA Ben 19 yaşında normal bir üniversite öğrencisi. Hatta inek sayıla bilecek düzeyde çalışkan asla derslerini kaçırmayan. Pek sosyal olmayan koskoca 19 yıllık hayatında sadece 1 tane arkadaş edine bilmiş ailesinin gurur ve onur duyduğu abisinin biricik kardeşi NAZ DIM. "DIM" Diyorum çünkü bunlar artık çok geride kaldı. Tüm bu sıfatlar masum okul öğrencisi sevgi pıtırcığı hayatım. 6 ay önce... Her sabah yaptığım gibi erkenden kalktım. Doğruca banyo ya girdim. Banyodaki işlerimi bitirip bu günkü ders kitaplarımı da çantama koydum üzerime kot pantalon üstüne beyaz sade tişört ümü geçirdim saçlarımı at kuyruğu yaptıktan sonra aynada kendime baktım. Ve artık güne hazırdım. Her zaman neşeli bir insan olmuşumdur. Mutfakta kahvaltı hazırlayan anneme yaklaşıp kocaman bir öpücük verdikten sonra hemen annem e yardım etmeye koyuldum. Sıkıcı detaylarla sizi boğmak istemiyorum onun için üstün körü anlatıyorum ki sıkılıp gitmeyin diye. Annem "abinle, babanı da çağır kahvaltımızı edelim" dedi her zaman ki güler yüzü ile bu bir sabah ritüeli olmuştu bizim için. Annem bunları söyler bende hemen uygulaya geçerdim. Abim ile babamı uyandırdıktan sonra hep birlikte kahvaltı ettik. Kahvaltı sonrası evdekileri tek tek öptükten okula gitmek için evden ayrıldım. Sabahın soğuğu içime işlerken ayriyeten farklı bir soğukluk hissettim. Bu hissi bir kenara bıraktım. Her zaman kullandığım yoldan okula doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Okulun kapısında beni bekleyen Ayşe ye selam verip koluna girerek sınıfın yolunu yuttuk. Koridordan geçip sınıfa yöneldik "Günaydın sınıfffffff" diyerek içeri girdim. Ayşe ile birlikte sıra mıza geçip gülüp eğlenerek hocamızı beklemeye başladık. Ders normalde başlaması gerekiyor ama hala MERVE hoca gelmemişti. Tuhaftı çünkü MERVE hoca hasta bile olsa ders e gelir. Kaç defa sınıfa kolunda serum ile gelmişiği var. Belki de bu sefer kötü yakalamıştı hastalık. Ayşe bana dönerek hadi gel bakalım bir nerde acaba MERVE hoca dedi . Hadi gidelim diyerek elini tuttum. Tam sınıftan çıkmak üzere kapıyı açtım Merve hoca ile burun buruna geldik. "Hayırdır kızlar" nereye dedi. "Şeyyyy hocam sizi merak ettik geç kaldınız da " dedim Sorun yok olur arada öyle şeyler geçin yerinize dedi. Ama bir sorun vardı belliydi Merve hoca da benim gibi güler yüzlü nazik bir insandı. Neyse her zaman güler yüzlü olmak zorunda da değil. Ayşe yi kolundan tutarak sıra mıza sürükledim. Tüm gün okulda patlamıştım. Bir an önce gün bitse diye dua ediyordum resmen. Son ders zili de çalınca kendimi koşar adımlarla dışarı attım. Nefes almak istiyordum birazcık olsun . Her zaman yaptığım şeyi yaparak kulaklığımı taktım ve kafamı resmen deve kuşu gibi yere gömerek yürümeye başladım. Bu en sevdigim aktivite olabilirdi yürüyerek veya koşarak şarkı dinlemek. Evet neşeli güler yüzlü bir insandım ama bu şekilde kendimi daha fazla özgür hissediyordum. Attığım her adım beni uzaklara bilmediğim diyarlara götürüyormuş gibi hissediyordum yürürken. Aslında basit bir eylem olabilir yürümek ama benim icin o kadar çok ifade ediyordu. Kafam önümde en sevdiğim şarkıyı dinleyerek yürürken aniden birine çarptım. Kafamı sinirle yukarı kaldırdığım anda dilim tutuldu. Gözlerimi bir kaç kez açıp kapattım. Karşımdaki insan gerçek miydi. Siyah saçlar kesin yüz hatları adem elması hele o gece kadar siyah gözleri kalemle çizilmiş gibi kaşlar. Bir süre birbirimizin yüzünü inceledikten sonra adamın gözlerinin renginin değiştiğine yemin edebilirim. Pa -pardon dedim beni terk ettiğini sandığım sesimi bularak ama sesim o kadar fısıltılı çıkmıştık duyduğundan bile şüpheliyim. Adam hala gözlerimin içine bakıyordu. Aniden yüzümü avuçlarının içine alarak hırıltılı bir sesle EŞİM dedi. Kafam allak bullak olmuştu beynimi sis bulutları kaplamıştı. Düşünmeyi unuttum sadece adamın gözlerine bakıyordum. Ne yapıyordum ben biliyordum yaptığım yanlıştı ama gözlerimi ondan alamıyorum. Yüzüme dokunduğu anda tüm vücuduma bir elettirik akımı girmiş gibi hissettim. Bu nasıl bir şeydi. Eda nın sesi ile kendime geldim . Beynimdeki sis bulutları dağılmaya başladı. Nerde olduğumu hatırlayınca yüzüm kızarmadan başladı. Hemen kendimi geri çektim. Bana ne olmuştu az önce be yaşamıştım. Bir süre kaybolan sesimi aralıktan sonra tekrar adamın yüzüne bakarak "özür dilerim" kusura bakmayın dedim ve hızlı adımlarla yanından uzaklaşarak evin yolunu tuttum. Yolda giderken aklımda hala o adam vardı. Kimdi o onu daha önce hiç görmemiştim. Olayları düşünürken aklım yeni başıma gelmiş gibi. Ne dedi o adam bana EŞİM demişti gözlerinin siyahı sanki bir cehennem meleginin siyahlığına dönerken. Bu da ne demekti şimdi. Birde hırladımı ? Böyle bir sese daha önce hiç rastlanmamıştım . Ben yanlış duydum galiba insanlar hırlamaz sonuçta dedim kendi kendime. Daha fazla düşünmemeye çalışarak eve yürümeye devam ettim. Ne vardı ki sonuçta ok çıkışı adamın birine çarptım. Adam beni görür görmez EŞİM dedi ve bunu derken gözlerinin rengi bir anda değişti. Sanki bu düny
Updated at
Reads
Etrafımdaki herkes hayat arkadaşını bulmuş, ben ise iki göz bir evde yalnızlığımın içinde kaybolmuş bir halde yaşıyorum. Annemle babam, iki yıl önce izci olarak gittikleri bir görevde hayatlarını kaybettiler. Onların yokluğunu her an kalbimde hissediyorum ve çok özlüyorum. Ailem ölene kadar normal bir gelir düzeyine sahip bir aileydik; ancak ailemin zamansız ölümü ile birlikte geriye yüklü miktarda borç bıraktıklarını öğrendim. Ailemin borçlarını ödeyebilmek için önce evi sattım, ardından arabayı ve anneme ait olan arayışı da elden çıkardım. Ancak bu satışlar, ailemin bana miras bıraktığı borcu kapatmaya yetmedi. Bu yüzden, evi sattıktan sonra iki odalı bu küçük eve taşındım. Ev küçük ama tek başıma yaşadığım için bana yetiyor. Borcun kalan kısmını ödeyebilmek için gece gündüz demeden çalışıyorum. Çalışmamın sonucunda, borçlardan arta kalan para ile zar zor da olsa geçimimi sağlıyorum. Bazen günlük işlere gidiyorum, bazen ise farklı geçici işlerde çalışıyorum. Her gün, borçlarımı bir an önce kapatıp rahat bir nefes alabilmek için mücadele ediyorum. Hayatın zorluklarıyla başa çıkarken, ailemin yokluğunu daha da derinden hissediyorum. Onların bana olan sevgisini ve desteğini her an yanımda hissetmek istiyorum. Annemle babamın anılarıyla ayakta kalmaya çalışıyorum. Bu süreçte, güçlü kalmaya ve hayatın getirdiği tüm zorluklarla mücadele etmeye kararlıyım. Her ne kadar yalnızlık zor olsa da, ailemin bana bıraktığı borçlardan kurtulup, yeniden hayata tutunma umuduyla yaşıyorum. Tek tatil günümde, küçük olan evimi baştan sona temizlemeye karar verdim. Sabahın erken saatlerinde kalkıp tüm odaları süpürdüm, toz aldım ve yerleri sildim. Bu işler saatlerimi aldı, ama sonunda evim pırıl pırıl olmuştu. Yorgunluktan bitap düşmüştüm, ama içimde garip bir huzur vardı. Kendime güzel bir çay yapıp kanepeye oturdum. Çayımı yudumlarken telefonumu elime alıp sosyal medyada geziniyordum. Tam bu sırada telefonum çaldı. Arayan, en yakın arkadaşım Gül’dü. "Heyyy Eylül, ne yapıyorsun? Yine evde pinekliyor musun?" dedi neşeli bir sesle. Gülerek, "Ne yapmamı isterdin, Gül? Yorgunum, zaten yapılması en kolay olan işi tercih ettim. Ben de kanepemde, senin deyiminle, pinekliyorum," dedim. "İyi o zaman, pineklediğin yeter. Kızlarla buluşuyoruz. Hazırlan, sen de gel," dedi. Bir an duraksadım. Uzun zamandır arkadaşlarımı görmemiştim. Onlarla buluşmak bana iyi gelebilirdi. Hem kısa bir süre de olsa içinde bulunduğum bunalımdan çıkar, kafam dağılırdı. "Nerede buluşacağız, nereye gideceğiz? Belirli bir plan var mı?" diye sordum. "Dışarı çıkacağız. Sürüden biraz uzaklaşıp insanların şehrine gidip alışveriş yaparız, kahve falan içeriz diye düşündük. Sonrasında ise gece bir bara gideriz. Biraz kafa dağıtmak bizim de hakkımız, değil mi?" dedi. Gül bunları söyledikten sonra cebimde fazladan harcamak için tek kuruşum olmadığını hatırladım. Zaten kıt kanaat geçiniyordum, bir de üstüne dışarıda harcayacak param yoktu. Dudaklarımı ısırarak, "Seyyy Gül, ben gelmesem? Tüm gün temizlik yaptım, yorgunluktan gebermek üzereyim," dedim. "Yaaaa Eylül, mızıkçılık yapma lütfen! Hadi kırma beni, gel," dedi ısrarla. "Başka zaman, Gül. Bir dahaki sefere umarım sizinle gelirim," dedim, içimdeki burukluğu saklamaya çalışarak. "Peki o zaman, Eylülcüm. Seni daha fazla zorlamayacağım. Sonra görüşürüz, seni seviyorum, mücuks," diyerek telefonu kapattı. Onlarla gidemediğim için içim buruktu. Hayal kırıklığı ile telefonu kanepenin üzerine fırlatıp hıçkırarak ağlamaya başladım. "Neden anne, neden baba? Neden? Neden bu kadar borç yaptınız ki? Sanki ben de arkadaşlarım gibi gezmek, tozmak istiyordum," diye isyan ettim. Oflayarak gözümden akan yaşları sildim. Oturdum ve bir süre derin derin düşündüm. Annem ve babamın yokluğunu her an hissediyordum. Onların hayatımda olmaması, her gün daha da zorlaşıyordu. Ama isyan etmek, geçmişi değiştirmiyordu. Bu durumla başa çıkmanın bir yolunu bulmalıydım. Oturduğum kanepeden kalkıp lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Başımı yukarı kaldırıp aynadaki yansımama baktığımda, eski halimden eser yoktu. Göz altlarım torbalanmış, sıkıntı ve stresten yüzüm çökmüştü. Daha 21 yaşında olmama rağmen kendimi 50 yaşında hissediyordum. Aynanın karşısında saçımı toparlayıp biraz temiz hava almak için dışarı çıkmaya karar verdim. Dışarı çıktığımda, serin bir yaz akşamı rüzgarı yüzüme çarptı. Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Mahallemde dolaşırken, çocukluk anılarım aklıma geldi. Annem ve babamla yaptığımız piknikler, beraber geçirdiğimiz neşeli anlar gözümde canlandı. Kalbim biraz olsun hafifledi. Yürüyüşüm sırasında, küçük bir parkın yanından geçtim. Parkta oynayan çocukları izledim bir süre. Ne kadar da mutluydular, hayat onlar için ne kadar basitti. Keşke ben de çocukluğumdaki gibi sorunsuz, tasasız bir hayat yaşayabilseydim. Ama şimdi, sorumluluklar ve borçlarla dolu bir hayatım vardı. Bir bankta oturup bir süre etrafı izledim. Bu anın tadını çıkarmaya çalıştım. Kendime güçlü olmayı, bu zorlukların üstesinden gelmeyi hatır
Updated at
Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.
If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.