1. BÖLÜM

KİRAZ ÇİÇEĞİ 1990 words 2023-08-14 16:38:42

Olduğum yer beni üstlenmediğim hissiyatlar içine sokup görmemek için uğraştığım çaresizliklerimle uzlaştırıyordu. Solumda gördüğüm çirkin yıkılmış harabe duvarlar, sağımda gördüğüm sahibi olmayan boş sokağın sahipsiz aç köpekleri ve yolun ortasından süratle geçen arabanın aşağılayıcı sesleri her bir hücremde farklı anlamlar uyandırıyordu. Havada kokusunu soluduğum fabrika dumanları, tadını aldığım kanın tadı ve ayak tabanlarımdaki sızı birkaç gün öncesine götürüyordu zihnimi.

Sanki hayatım bu birkaç günle başlamış ve bu birkaç günle de son bulmuştu. Aldığım yolda birçok şeyle karşılaştım. Sanki anne rahminden henüz yeni doğmuş ve dünyanın bu esaret verici zalimliğine yeni tanıklık ediyordum. Tüm suallerim kiyafetsiz kalmış, tüm çabam sanki

boşa çıkmıştı.

Bir evde uyandığımı hatırlıyorum. O uyandığım evde güzel döşemeli koltuklar, düz duvarları ve renkli rafları olan sayısız kitaplar vardı. Ait değildim sanki ben oraya. Sanki orası benim mezarımdı ve dört bir yandan kuşatmışlardı beni. Uyandığımda her şeyden habersiz, konuşmayı sökebilmiş ama henüz hiçbir şeyin farkında olmayan bir çocuk gibiydim. Savunmasız ve her duruma açık bir kız.

Adımladığım ilk anda fırtına gibi esip giden araç az daha beni altına çekiyordu. Bu zaman ne kadar da hızlıydı, bu zaman bu araçların yavaş olmamasıyla hızına nasıl da erişebiliyordu?Anlamsızdı düşüncelerim, anlamsızdı bu karşılığı olmayan sorgularımın kafamın içinde büyüyen doluluğu.

Zaman gibi hızlı devam ediyor, adalet gibi hareketsiz kaskatı kesiliyorum.

Ruhumdaki daralış kalbime vurmuştu. Öyle bir sıkışılmışlık içindeydim ki bana bakıp yeniden önüne dönen insanlar gözlerimdeki acıyı fark edemiyordu sanki. Bakıyorlar ama gerçekten göremiyorlar.

Dakikaların ardından, sanırsam turist olan birey yabancı bir aksağan içinde bana,"Çarşı nerede? Tarif eder misiniz, han'fendi?"diye sordu.

Başımı salladım. "Hayır, bilmiyorum."

Kaşlarını çattı. Solundaki adama ağzının içinde,"Yabancı herhalde."dedi ve kolunu adamın koluna geçirip hızla uzaklaştılar.

Acaba çarşıya uzak mıydık? Ben tam olarak şehrin hangi bölgesindeydim?

Koca bir meydanın ortasında dolu dolu geçen insanlar arasında hareketsizce kaldım. Gidip gelenler oldu, bana çarpıp koşturanlar vardı. Sağımda solumda ve arkamda olan insanlar karşımdan da geliyordu. Sanrılarım o an beni hiç doğrulamadı. Ben şehrin hangi bölgesinde ve hangi saatinde kaçıncı devirdeydim?

Birkaç adım attım. Ayaklarım öylesine yorulmuştu ki kendime gelemeyecek haldeydim. Dün gecenin en geç saatlerinden itibaren yürüyordum. Sol bileğimde kendini gösteren romen rakamları olan krem saatim bana saatin ikindiye yaklaştığını söylüyordu.

Yürümekten bıktığımda bir apartmanın dörtlü basamağından birine oturdum. Gri rengi bakışlarım ayaklarıma düştü. Bağcıklarını sıkı sıkıya bağladığım ayaklarımı saran botlarımın içindeki ayaklarım sızlıyordu. Dinlendiğim ilk an bu andı.

Başımı göğe kaldırdım. Kulaklarıma ilişen o ses,"Buraya oturamazsınız."diyordu.

Başımı çevirdim. Kırklarında olan, saçlarına aklar düşmüş, siyah elbise giyen bir kadın gülümseyerek bana,"Lütfen ayağa kalkın."demişti. "Orası pistir ve köpekler geçiyorlar. Kıyafetiniz kirlenecek."

Hayvanların kirli olduğunu mu anlatmaya çalışıyordu? Onlar kirliydi ve biz insanlar onun kirlerine bulaşamazdık çünkü biz temiz kişilerdik. Ancak, sokakta gördüğüm o evsiz adamda kirliydi. O bir insandı ama bir köpekle aynı kire kadir olmuş, bir su için yalvarıyordu. Onu dilenci sandılar, onu yakaran diğer insanlardan sanmışlardı.

Ayağa kalktım. Kadına bakarak,"Üzgünüm,"dedim. "Bir daha yapmam."

"Tatlım, sadece uyarıyorum ben seni." Gülümsedi, elini kapı koluna koydu ve içeri geçmeden önce,"İyi akşamlar."dedi.

Gözlerim yere düştü. Sola kayıp hemen meydanın daralan ağzındaki çınar ağacı altında kitap günü yapan bir topluluğa bakıyordum. Yürüdüm. Sesleri bir fısıltıdan farksızdı ve onlara yürüdükçe sanki gözlerdeki umut parıltılarını daha net görüyordum. Bir kadın masa başında oturuyor ve gelip giden insanların elindeki kitabın ilk sayfasını imzalıyordu. Kadının siyah gözlerinde bir hırs vardı, bir iştirak, bir imtiyaz. Nitekim kitapları imzalarken elindeki kitaba hayranlıkla bakan insanlar görüyordum. Topluluğun ardında kalan sandalyelere oturan bir yığın insanı gördüğüm o an, bir düzine sayfa içindeki yazılara duygu besleyen içimdeki kızın kitapları çok sevdiğini anladım o an. O patlayan flaşları değil, yazılan kağıtları değil; o kağıttaki hissiyatla yazılan her bir anıyı sevdiğimi anladım.

Ağacın dallarına asılan broşür gördüm. Ruh ve ten.

Sarışın kadınlardan birisi,"Soru sormak istiyoruz."dedi. Masadaki zifiri gözleri olan esmer kadın,"Elbette."dediğinde, aç köpekler gibi yemek ihtiyacıyla sorularına başladı sandalyede oturan her bir insan.

"Kitaplarınız çok fazla değer gördü."dedi içlerinden birisi. "Aldığımız notlarda da eski bir yazı dizinizde kitaplaryaşarsa isminiz için bir anlam taşıdığını yazmışsınız. Bu ismi size verdirmek için tetikleyen asıl neden nedir, Hazen hanım?"

Kadın siyah saçlarını omuzlarından uzklaştırdı. "Aslında,"dedi. Gülerek,"Bu üzerinde duralası bir konu değil."diye konuştu. "Kitaplara yaşaması için bir neden vermek istedim sadece. Bazen kelimeleri süslemeyi seviyorum."

Pek tatmin olmayan, sanırsam muhabir olan kadın,"Bu kitabınızdaki hissettiğiniz en bariz duygular nedir, peki?"diye sordu.

"Güç, hırs ve özlem."

O an devam eden konuşmaya daha fazla duramamıştım. Masanın üstündeki yığılıkitaplardan bir tane alıp arkamı dönüp yürümeye başladım. Bir ağacın ardına saklandım ve kitabın ilk sayfasını açtım. Gerçekten bir isim yoktu. Kitaplaryaşarsa yazıyordu. Bölüm başlamadan hemen önce güzel bir gönderme yapılmıştı.

Kalbi kırık olan ve henüz aşkı tatmamış okurlarıma...

Kitabın sayfalarını dalgalandırdım. Burnumdan içeri giren o koku ciğerlerime dek işledi. Sonra bir sayfada duraksadığımda bakışlarım yazılar üzerinde dolanmaya başladı. Sadece bir satır üzerinde dolandı bakışlarım. Bazen kırık bir umut yaşadığımı hissediyorum. Umut kırılır mıymış? Demek ki kırılıyordu. Benim hissettiğim bu uçsuz bucaksız his göğsüme saplanan bir hançer, iliklerime dek doluşan bir sıcaklık. Cehennemin ateşinde kavrulan gönlüm biraz daha çekiyordu acısını. Tenime kazıttığım o kelime ruhuma dokunuyordu. Bazen teninize kazıttığınız kelimeler ruhunuza yansır. Bazen tek bir dövme çözer her şeyi, bazen içinizdeki her şeyi dışarı akıtmak istersiniz.

"Hey, sen!"diye bağırdı birisi.

Ağacın ardından başımı sarkıttım. Bir adam bakıyordu; kaşları çatık, alnı kırışık. Bir adım attığında nefeslerim hızlandı. Bir sonraki adımda avuçlarım arasındaki kitap yere yuvarlandı. Adam daha da çattı kaşlarını.

"Sen!"dedi tekrar. "Hemen buraya geliyorsun."

Kitabın ücretini vermemiştim. Kitabı almış ve bir paragraf okumuştum, bu suç sayılırdı. Adam hırsla adımlamaya başladı.

Saçlarım yüzüme savruldu. Sırtımı geriye dönüp koşmaya başladığımda geriden gelen o ses defalarca haykırmıştı. Meydan parkının içinden çıkıp, çitin kapısını açıp dışarı çıktığımda zaten yerden kitabı alan güvenlik bir şey olmamış ve kalbimi dumura uğratmamış gibi ardını dönüp fuara yürüdü. Kitapları seviyorum. Bugün bunu anladım. Ben kitap okumayı seviyordum.

Kapana kısılı kaldığımı sandığım geçen günlerin ardından bugün kendimi sokağa salmıştım. Sanki o ev bir kafesti ve beni izleyen o kameralar beni tetiğe sarıyordu. Şimdi attığım o özgürce adımlar kalbime ok gibi saplanıyor. En azından evden para alabilseydim bir simit ya da biraz uyumak için bir ev kiralayabilirdim ama evde param var mıydı onu bile bilmiyordum. Sadece çıkmıştım ve anahtarsız olduğumdan geri de dönememiştim. Yolumu kaybettim, ters yöne dönsem daha uzağa gidecekmişim gibi geliyor.

Bir adım, iki adım, üç adım ve bitik bir ben.

Kararmaya başlayan hava beni korkutuyordu. Bedenimi harabe evlerin sokağındaki bir kaldırıma devirdim. Bacaklarımın arasına ilişen kedi kendisine bakmamı istercesine bacağıma sürtünürken gülümseyişim mucizevi bir olay gibi oluştu. Dudaklarım gülümsemeyi becerebilmişti. Ellerim o tüy yumağını okşamayı başarabildi.

"Annen nerede senin?" Beyaz tüyleri griye çalıyordu, tıpkı benim gözlerim gibi.

Gülümsedim. "Sahipsiz mi kaldın sen?"

Karnından tutup korkutmadan yamacıma çektim onu. Kucağıma oturtup sırtındaki tüyleri okşamaya başladığımda hırıltılı sesler çıkıyordu boğazından. "Biliyor musun,"dedim. "Sanki çok yabancıyım bu dünyaya. Sende öyle hissediyor musun, tatlım? İnsanlar çok garipleşmiş. Sabah camından baktığım dükkanın çalışanı beni camından baktığım için azarladı."

Beni anladı sanki, karnıma doğru bastırdı kendini. O boşluk içinde kendine bir ev bulmuştu. Sıcaklığıyla bu soğumaya başlayan ayazlı günde ısındık. Bir rüzgar esti, titredim. Avuçlarım tüylerini okşamaya devam etti.

Soldan gelen bir silüete çarptı bakışlarım. Orada bir evsiz vardı. Yanıma çekingeyle gelip oturduğunda adama inceler bakışlarla bakıyordum. Oturduğunda derisi kalkmış ayakkabılarına çarptı bakışlarım, gözleri duvara baktığında omzunda yırtıkları olan tişörtüne çarptı gri renkli gözlerim. Çaresizdi. Fazla savunmasız ve bitkin görünüyordu. Muhtemelen karnı da açtır. Bende adam akıllı yemek yememiştim.

"Merhaba."dedim. Burası çok sessizdi. Ağaç yapraklarının birbirine çarpışını ve köpek havlamalarını saymazsam tabii.

"Merhaba,"dedi. Sesi çok yorgundu. Bana baktı ve,"Burada mı oturuyorsun?"diye sordu. "Görmediğime eminim ama sürekli ev değiştirenler var. Kaldırımda neden oturuyorsun? Bir evin yok mu?"

"Burada yaşamıyorum." Bir süre düşündüm. "Sanırım artık yok." Varsa da bulamam. O ev benim değildi, masanın üzerinde başka resimler vardı.

"Geceleri soğuk oluyor." Sırtını duvara verdi. Bedeninin hemen ardında bir karınca yuvası vardı, neyseki oraya yaslanmamıştı. Gözleri gecenin ağarışında dolandı. "Gündüzleri güneş ısıtıyor ama geceleri hem hayvanlar saldırıyor hemde bekçiler. Artık çok zorlaştı."

"Neden?"diye sordum. Elim kedinin tüylerini okşamaya devam etti. "Evsizler için yapılan barınaklar yok mu?" Gazete okuyan yaşlı amcanın başlığında yazıyordu. Sanırım artık tek barınak hayvanlar için yapılmıyordu. Evsiz kalmış herkes için yapılıyordu.

"Saf mısın sen,"dedi bana. Kaşlarım alnıma kalktı. Bana,"Sokaklarda yaşayan binlerce insan var."dedi. "Çoğu dilenip parasını tozlara veriyor. Bizleri de onlardan sanıyorlar. Artık o barınakların dolduğunu söyleyenlerin de doğruluğunu bir Yüce Rabbim biliyor!"

"Binlerce..." Çok devasaydı. Başımı salladım. "Ama neden? Neden çalışmıyorsun? Onca insan neden sokaklarda?"

"Bizi işe almıyorlar." Çaresizce kapadım dudaklarımı. Bana bakıp,"Sol kolum zedelendikten sonra artık fabrikalara girip iş de alamadım. Tek yaptığım restoran artıklarını yiyerek devam etmek. Yakında bu soğuğa dayanabilir miyim bilemiyorum."dedi.

Kedi kucağımdan atlayıp gitti. Ardından ona bakamadan adama dönüp,"Keşke bir şey yapabilseydim."dedim. "Ama benim hiç param yok."

"Para istemedim, evlat." Elini kalbine koydu. Gülümserken o kalın dudaklar,"Allah senden razı olsun."dedi. "İçimizi biliyor ya, bugün değilse bir başka zaman belki dünyada belki ahirette göreceğiz iyiliklerimizin karşılığını."

"Sen çok iyi bir insansın." Sözleri içime huzur serpiştirmişti sanki.

Gülümsedi. Önüme döndüğümde ellerim bacaklarım üzerindeydi. Sanırım yeni güne ayılana dek bu kaldırım üzerinde bizi kovalayacak o bekçi amcayı bekleyecektim. Başka çarem yoktu.

Yaşadıkça kanayan yürek bu sefer nefes aldıkça kanıyordu. Yaşamak heder olmak değil midir zaten? Gerçeklik bir iğne batışı gibi yüreğime dokunup kan sularını akıtmaya başladı içime.

Dün su gibi akıp geçerken yeni bir gün yeni bir yalnızlıkla devam ediyordu. Uyandığımda ne benden kaçan kedi vardı geride, ne de o köşede uyuyup sesli nefeslerle iç geçiren zavallıadam vardı. Bir gök, bir toz birikintisi ve bir de açılan bakkalın camındaki gazete rehberi vardı.

Sanırım günün kalan yarısını oturarak geçirdiğimden ayaklarımı iyi hissederek kalktım ayağa. Dizimin bir karış yukarısındaki siyah eteğime bulaşan tozları elimle silkeledim. Bluzumun eteklerini çekip yürümeye başladım. Nereye gideceğim hakkında en ufak fikrim olmasa da bugünü de bir şekilde geçirirdim sanırım. Elimde yapılacak başka hiçbir şey yoktu. Sade yürüyecek ve zamanın beni nereye götüreceğine bakacaktım.

O karanlık sokaklar aydınlanmış,

O karanlık gecedeki çaresizlik bir umut bırakmıştı sanki geriye.

Bakkalın önünden geçtim. Bakkal amca başını dışarı atıp,"Günaydın hanım kız."dedi.

İrkilerek adama baktım. "Bana mı dediniz?"

"He, ya. Sana dedim."

Boğazımı temizledim. "Sağolun." Garipseyerek yürümeye devam ettiğim yolda daha da garipsiyordum. Sanki sesi olmayan bir ağzım vardı. Sessizliğin esaretine uğrayan ağzım kendini açtığında söyleyeceği ilk sözleri bende en az bilincim kadar merak ediyordum. Şuana kadar konuşmuş sayılmazdım.

Bir sokaktan başka bir sokağa geçtim. Yeni yollar yeni izler.

Geçmişten gelmiş geleceğe dönük bir zaman diliminde yaşıyor gibi hissediyordum kendimi. Eskiden de bazı inanışlar olur, bazı kötülükler ve iyilikler yapılırdı ama sanki bir gün uyudum ve uyandığımda her şey daha fazla bayağılaşmıştı. Her şey haddinden fazla yaşanıyor, haddinden fazla değer ve değersizlik görüyordu.

İçimdeki edebi anlayış her bir sözümde insanlara ters kelimeler dağıtır cinstenden şeylerdi. Bir söz bazen her şeyi anlatabilirdi.

Girdiğim son sokak ıssız gibiydi. Aslında birkaç adım atıp duraksadığımda arkamdan bir ses geldiğini duydum. Başımı çevirdim ve onu gördüm; dişlerini açmış salyalarını akıtarak havlayan aç bir köpek!

Elimi öne uzattım. "Lütfen geri dur sevgili dostum."Bir adım geri gittim. Gülümsemeye yönelen dudaklarım arasından,"Ben sana zarar vermem."sözleri çıkmıştı.

Ama o başka türden konuşur gibiydi benimle. Havlarken ağzından saçılan salyalar korku tohumlarını ekeledi üzerime. Bana, 'Ama ben sana zarar vereceğim!' diyordu sanki. Bir anda havladı ve koşturmaya başladı.

Dudaklarımdan firar eden minik mırıldanışımla koşturmaya başladım. Kahretsin, sokağın sonu çıkmazdı. Elimi sokağın bahçe kapılarından birine attım. Kapıyı açtım kapattım ve koşmaya devam ederken köpek kafasını demir kapıya sertçe vurmuştu. Havladı. Kafasını defalarca kapıya vurdu.

Maalesef kafanın acıyıp acımadığını düşünemiyorum, tatlı olmayan köpek. Neredeyse canım çıkacaktı.

Elimi kalbime attım. Sık nefeslerle havlamaları dinledim. Göğüs kafesim içinden kalbim sanki bir anda fırlayıp ayaklarımın dibine düşecekti. Gözlerimi kapadım kısa bir an. Soluklarımı dizginlemeye çalıştım, kalbime inen ağrı yavaşça karnımdaki açlık hissine bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldı.

Gözlerimi aralarken yabancı bir erkek sesi,"Sen,"demişti. İrkildim. Başımı çevirirken,"Sen kimsin?"diye sordu.

Havlamalar uzaklaşmaya başladı. Bakışlarım evin terasından inip basamaklarına yönelen adamın üzerinde dolaştı. Koyu yeşili gözler gri rengi bakışlarımda dolanırken kaşları çatık, en az o vahşi köpek gibi tek bir ters sözde üzerime atlayabilecek türden bakıyordu bana.

Sertçe yutkundum. "Kimsin ve bahçemde ne arıyorsun?"diye sorusunu yeniledi.

Son basamağı indiğinde tereddütle geriye adımladım. "Ben,"dedim. Bir adım daha gittim geriye.

Her ne kadar çaresiz olduğumu söylemek istesem de artık yabancıların minnetle bakıp olumlu davranacağını sanmıyordum. Hatta bu tam tersi bile olabilir,aşağılayabilirdi onlar sizi.

Bir iki gün içinde bunu netçe anlamıştım.

"Benim adım,"dedim. "Leyal."

Previous Next
You can use your left and right arrow keys to move to last or next episode.
Leave a comment Comment

Waiting for the first comment……

Please to leave a comment.

Leave a comment
0/300
  • Add
  • Table of contents
  • Display options
  • Previous
  • Next

Navigate with selected cookies

Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.

If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.