Halide...

SARAYLI 1984 words 2023-06-30 21:33:42

"Sayın yolcularımız, İstanbul Sabiha Gökçen Hava Limanından kalkan PGT2295 sefer sayılı Dalaman uçuşumuz sona ermiştir. Lütfen kemer ikaz ışıkları sönene kadar yerinizden kalkmayınız."

- Uçak daha yeni indi anne. Daha kemerimi bile çözmedim. Bu kadar çabuk özlemiş olamazsın.

-....

- Ahhh! biliyorum elbet, sen bir annesin ve beni bir dakika bile göremezsen özlersin. Ama unuttuğun bir şey var annecim. Ben artık büyüdüm. Nasıl demişti dedem? "Eşek kadar oldun hayvan herif."

-...

- Anne şimdi kapatmam lazım. Biliyorsun beni karşılayan bir aracım olmayacak. O yüzden çiftliğe gidebilmek için bir vasıta bulmam lazım. Seni yerleştikten sonra ararım, uzun uzun konuşuruz. Yaşlı kurt bussiness uçmama bile müsaade etmedi. Şimdi bir de inip valizlerimi beklemem gerekecek.

Bir kez ve bir kez daha o haberi yapan gazeteciye sövmüştüm. Bütün işleri güçleri benim ne yediğim ne içtiğim, akşam nerede yatıp sabah nerede kalktığım olduğu için; elbette son bombayı da kaçırmamış ve yaz dizilerinin vaz geçilmez baş rolü olan popüler güzel ile geçirdiğim geceyi, sür manşetten dedemin gözüne sokmuşlardı.

80 yaşında kelli felli adamsın, otur kaza ibadetlerini yap değil mi? Ama yok, pek saygıdeğer Hüseyin Gedikli, işi gücü bırakıp benim kırdığım fındıkları saymaya kanalize olmuştu. Aile adını magazinden düşürmediğim, holdingin işleri ile ilgilenmediğim ve sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığım için beni defalarca kez ikaz etmiş ve eğer bir vukuatım daha olursa bütün imkanlarımı elimden almakla tehdit etmişti. Açık söylemek gerekirse bu tehditten ürkmüş ama yine de yapacağımdan geri kalmamıştım. Büyük ihtimalle de, yeni sezon için anlaşma kovalayan uyanığın tuzağına düşmüştüm. Şimdi ise bu savrukluğun cezasını çekiyordum.

Dedem son olaydan sonra beni karşısına alıp asrın nutuğunu çekmiş ve uzun yıllardır ailemizde olan çiftliği yönetmekle cezalandırmıştı. Yüzlerce dönüm arazi, binlerce hayvan ve çalışanların sorumluluğunu bana yıkmış ve işi batırma lüksümün olmadığının altını defaatle çizmişti. Yaşamımı idame ettirecek geliri de çiftliğe yaptırdığım kardan yüzde alarak sağlayacaktım. Anlayacağınız ya bu deveyi güdecek ya da bu deveyi güdecektim. Yaşamım boyunca önüme sunulan imkanların hepsi bir gecede elimden alınmış ve adeta bir piç gibi ortada bırakılmıştım. Başka zaman olsa bu cezayı verdiğine dedemi pişman etmek için işi batırır ve arkama dahi bakmazdım. Fakat yaşlı kurt nutuğunda; çiftliğin çalışanlarının yöre halkından olduğunu ve başka ekmek kapılarının olmadığını söyleyince, belki hayatımda ilk kez hiç tanımadığım insanların sorumluluğunu üzerimde hissetmiştim.

Bana biçilen cezayı yavaş yavaş kabullenirken bir yandan da boş bir taksi bulmak için çabalıyordum. Gedikli Çiftliği'ne ait onlarca araç varken, dedem bir tanesini bile hizmetime vermemişti. Oraya varınca nasıl karşılanacağımı ya da nelerle karşılaşacağımı asla kestiremiyordum. Yazın en güzel günlerini gübre kokusu içinde geçireceğim aklıma düşünce bir kez daha kendime sinirlenmiş ve kallavi bir küfür savurmuştum. Başımdaki belayı atlatır atlatmaz, kendini akıllı sanan;; o yarım akıllı kızdan bunun hesabını soracaktım.

Beş yıldızlı otellerinin kral dairelerini, en lüks villalarını birbirinden maceralı kaçamaklarım için kullandığım bu bu güzel şehirde, aileme ait mülkte çekeceğim bir yıllık ceza, vaktiyle aşık olduğum şehre şimdiden düşman olmamı sağlamıştı.

Güç bela bulduğum taksiye valizlerimle beraber neredeyse zar zor sığmıştım. Her ne kadar aracın klimaları çalışıyor olsa da Temmuz ayının güneşi sizi yakmak için yetip artıyordu. Hava alanından çıkıp Urla yoluna saptığımızda ise geçmişe dönük kesik kesik anılar düşmüştü aklıma. Çocukken bu çiftlikte vakit geçirmeyi çok severdim. Uyanır uyanmaz soluğu atların yanında alışım, kahyanın çocuklarıyla oynadığım oyunlar ve ömrüm boyunca hiçbir anından pişman olmadığım yaramazlıklar. Çiftlikte geçirdiğim son yaz ise acı bir tat bırakmıştı damağımda. Ben henüz on yaşında falanken atım hastalanmış ve günler geçmesine rağmen bir türlü iyileşememişti. Onunla birlikte benim de yemeden içmeden kesildiğimi gören babam, bir veteriner bulmak için şehre inmeye kalkmış ve bir kaç gündür aralıksız yağan yağmur sebebiyle kayganlaşan yolda virajı alamayıp uçurumdan yuvarlanmıştı. Saatler geçmesine rağmen gelmeyince, kahya ve adamları toplanıp aramaya çıkmış ve arabasını uçurumun dibinde bulmuşlardı. O gün babamı son görüşümdü. Yıllardır onun ölümüyle ilgili kendimi suçlayıp durmuştum. Aklımda sürekli aynı sorular dönüp duruyor ve kendimi gün geçtikçe daha da içinden çıkılmaz bir ruh haline sokuyordum. O tarihten sonra ise çiftliğe gitmeyi bırakmıştım. Ne kural koyucu dedem, ne de tatlı diliyle her sürüngeni yuvasından çıkaran annem beni ikna edememişti.

O yıllara ait hatırıma düşen bir diğer görüntü ise kahyanın en küçük kızıydı. Halide... İsmi ile sürekli dalga geçer ve ne kadar istese de oyunlarımıza asla karıştırmazdık. Gözleri hep dikkatimi çekerdi. Hırçın bakışların gölgelendirdiği o safir maviler onu sanki bir oyuncak bebekmiş gibi gösterirdi. Halide'nin abileri Yalçın ve Yiğit ile bütün bir yaz deliler gibi eğlenir ve yapacağımız haytalıklara bir ayak bağı gibi görürdük o küçük kızı. Şimdi yeniden onları görebilir miyim bilmiyorum. Her ferdini ayrı ayrı dünyalara savurmakla övünen hayat, onlara kim bilir nasıl yollar çizmişti?

Daldığım anılardan beni uyandıran şey, bindiğim taksinin yol ortasında aniden duruşu olmuştu. Nerede olduğumuzu anlamak için etrafa baktığımda ise Muğla köylerinden birinin sapağında olduğumuzu gördüm. Bu da çiftliğe yaklaşık 20 km'lik bir yolumuzun kaldığını gösteriyordu. Bu ani duraksayışın sebebini sorduğumda aldığım yanıttan hiç memnun kalmadım elbet. Aracjn yaptığı arıza oldukça ciddiydi. Bakımlarının doğru düzgün yaptırılmadığı her halinden belli olan arabanın ne yazık ki triger kayışı kopmuştu ve yola devam etmesi mümkün gözükmüyordu. Ah dede ah! Daha insaflı bir ceza versen olmaz mıydı Allah aşkına? En azından beni hava alanından alacak bir VIP araç ayarlayabilirdin değil mi ama.

"Beyim kusura bakma ama yol yardımın gelmesi epey uzun sürer gibi duruyo. İstersen o tarafa gidenlerden birine rica ediverelim de atıversin çiftliğe."

"Olacak iş mi adam, ne demek uzun sürecek yardımın gelmesi? Hem kim alır bu sıcakta bu kadar eşyayla beni? Neredeyse yarım saatlik yolumuz var. Barbaros' a gidecek bir hayırsever mi bekleyeceğiz bu Allah'ın bile unuttuğu yerde?"

"Haşa beyim, ne unutması? Barbaros'a hanidir gelmiyon sen? Çok kalaba şincik oralar. Hep İstanbullular gelip arazi alıvedile o yandan. Neredyse Urla kadar oldu Barbaros. Şincik biri geçer merakta klama sen. Gün batmadan ulaştırıvecen ben seni çiftliğe."

"Buna da tamam. Ne yapıyorsan yap da bir an önce varalım artık şu lanet çiftliğe."

"Beyim sen ne şanslı adamsın. Bak te o yandan bizim kız geliyo. Barbaros'ta yaşıyo o da. Du bakem yalınız hemi de, römork da takılı traktörde. Alır senin yüklerin hepsini. Biraz sallayı verir emme, gün batmadan varırsın merakta kalma."

"Ne yani, bu sıcakta traktörle mi gideceğim o kadar yolu? Aklını mı kaçırdın adam? Yok mu adam akıllı, klimalı arabası olan bir tanıdığın?"

"Abi nerden bulem ben sana şindi boş adam? Tanıdıkların hepsi işinde gücünde. Avara adam yok ki içlerinde. Hem du bakem sen beğenmiyon ama bizim kız alıvecek mi seni yanına? Aksidir biraz, güvenemiyom pek."

"Senin kızın mı o? Babasını da dinlemiyorsa yol mu çekilir onunla?"

"Yok benim kız değel ama buralarda herkes evladı gibi seve onu. Pek bi eli hünerlidir, her bi işe koşuverir. De tanımadığı insanlara karşı aksi oluveriyo kimi zaman. Dua ediverem de eşref saatine denk gelmiş olasın. Dur bekam, geldi yakınımıza. El edem de dursun, anlarız şimdi alır mı almaz mı?"

" Çattık ya! İyi el ediver bakalım hanfendinin eşref saati mi eşşek saatimi anlayalım."

"Bizim kız! hooo. Du du du bakem, çek şu yanı. İşim düşüvedi sana gene."

Aman Allah'ım şu kılığa kıyafete, şu leş gibi kokuya bak. Nasıl yol çekilir bu ucubeyle?

"Ne oldu İsmet amca hayırdır? Hayati bir mesele mi var? Ceylan mı doğuracak yoksa?"

"Yok kızım, yok. Hem sen daha günü var dedin ya. Boyuna yatıp geviş getiriyo gebeş. Keyfi yerinde tasalanma sen. Ben sene başka bişi deyivercen. Bak kızım bu beyi ben havaalanından aldım. Sizin çiftliğe gidiveriyo. Emme benim emektar yolda bıraktı gene. Sen mi atıversen? Nasılsa aynı yere gidiyoruz güzel kızım."

"İyi de İsmet amca kimdir necidir? Bizim çiftliğe niçin gider? Hem sen bilmiyor musun tanımadığım adamları almam ben yoldan?"

"Beyim bi bakıver hele. Kimsin ne diye gidersin Gedikli çiftliğine bi anlatıver şu deli kıza. Aklına yatmazsa ebedi almaz seni."

"Deminden beridir bizim çiftlik dediği yerin asıl sahibiyim. Bilmem bu açıklama yeterli olur mu?"

Sözlerimle birlikte başında şapkası, gözünde güneş gözlüğü olmasına rağmen bir elini güneşe siper edip epeyce süzdü beni. Elbet ben de onu. Altında haki kargo pantolon, üzerinde salaş, rengi güneşten solmuş, vaktiyle siyah olan bir tişört ve yandan örülerek bir omzuna bırakılmış kirli saçları, ayrıca da yanına yaklaştıkça daha da çekilmez olan oldukça pis bir koku vardı. İnatla yüzünün yarısını gizleyen güneş gözlüğünü çıkarmadan çarpık bir gülüşle karşılık verdi bana.

"Pek bi astın yüzünü, hayırdır? Oradan bakınca yakıştıramadın mı beni çiftliğine? Sahibiyim diyorsun anladık da Hüseyin dede sattım diye haber vermedi ki bize? Nereden çıktı bu sahiplik?"

"Sana şimdi niçinini nasılını anlatacak değilim. Ama dedeme dede diyecek samimiyeti kendinde buluyorsan benim de varlığımdan haberdar olman lazım. Ben Hüseyin Efe Gedikli. Asıl sen kimsin de bana hesap soruyorsun?"

"Vay vay vay. Demek o şımarık velet büyümüş de başımıza bey olmuş. Neyse daha fazla uzatma da ne yükün varsa koy kasaya. Yatsıya kadar bekleyemem seni."

"Ben mi koyacağım bir de? Sen çalışanım değil misin?"

"O çiftlikte yaşıyorum ama senin uşağın değilim. Topla pılını pırtını atla. Daha fazla diklenip de benim kafamın tasını attırma."

Allah'ım bu nasıl sınav? Sayıyla mı veriyorsun bu insanları bana?

"Du ben yardım edeyim sana beyim. İki dakikaya koyuveririz şinci kasaya. Kızım sen de selam söyle baban gile. De ki istediği koşumlar yarın gelecekmiş İzmir'den. Ben ona Rıfat gilin oğlanla ulaştırıvercem."

"Baş üstüne İsmet amca. Babamı görürsem söylerim. İlaçları bırakıp geri Urla'ya döneceğim."

"Hayrola kızım gece gece?"

"Bir hastam var, araba çarpıp kaçmış. Kırıkları var, ikinci bir ameliyat gerekecek sanırım. Caner ilgilenecek ben gidene kadar. Gece de ben duracağım başında."

"Adam olmaz o artık kızım uyuduverin getsin. Yazık daha fazla eza çektirmeyin."

"Sen merak etme İsmet amca iyi olacak alim Allah."

Onlar muhabbetlerini ederken şaka maka bütün valizleri tek başıma yerleştirmiştim leş gibi olan traktör kasasına. Şimdi de anlam veremediğim muhabbetin bitmesini bekliyordum. Bu kız şimdi doktor muydu? Ama uyutmaktan bahsetti adam, bu memlekette ötenazi yasal değil ki. O zaman geriye tek seçenek kalıyor, o da veteriner oluşu.

"Hadi be, amma yavaşsın. Daha bu yolu geri döneceğim ben. Sana servis çekmekten daha önemli işlerim var benim."

"Sen istersen benimle düzgün konuş. Tabii hala o çiftliğe elini kolunu sallayarak girmek istemiyorsan o başka tabii."

"O çiftliğe ben her zaman babamın çiftliği gibi girip çıkarım. Hem sen baksana bana. Nasıl sahipsin sen? Hani lüks araban, özel şoförün falan? Yoksa Hüseyin dede bütün imkanlarını çekti mi ayağının altından? Neyse çok vakit kaybettim, geliyorsan gel, gelmiyorsan da kendin bilirsin."

"Hava karardı hava. Hani geri döneceksin ya şehre. Çok konuşmasan mı acaba? Çenen değil, elin mi işlese?"

"Ya sabır!"

"Sabır ya sabır, en çok bana sabır. Güneş sıra dağların arkasına saklandı ya, çıkarsan mı şu gözlüğü artık. Asabım bozuluyor."

"Olmaz, çıkaramam."

"O nedenmiş?"

"Işıltın gözlerimi alıyor da ondan."

"La havle..."

Dakika bir, gol hattrick resmen. Görüldüğü üzere bu çiftlikte pek de sıradan bir yıl geçirmeyecektim. Ama emin olduğum bir şey vardı ki, o da en az dedem kadar inatçı olduğumdu. O beni dayanamayıp dönecek sana dursun, ben onu yanıltmak için elimden geleni yapacaktım.

Giderek tanıdık gelen yollarla çiftlik arazisine girdiğimizi anlamıştım. Yanımdaki gudubet kız yol boyunca hiç konuşmamış, ne gözlüğünü ne de şapkasını bir an olsun çıkarmamıştı. Onun bu hali canımı oldukça sıktığı için dikkatimi sadece yola vermiş ve vaktin bir an önce dolması için dua etmiştim.

Nihayet çiftliğin o tanıdık, görkemli kapısınıdan geçtiğimizde ise birbirinden şirin ve yaşları birbirine oldukça yakın iki kız çocuğu traktöre doğru koşmaya başladı. Yol boyunca bana karşı yabaniliğini konuşturan kız ise bütün sevecenliği ile onları karşılamış ve ikisini de aynı anda kucağına alıp kendi etrafında dönmeye başlamıştı. Minik kızlar da benim gibi sıkılmış olacaktı ki, biri şapkasını, diğeri de gözlüğünü çekip çıkardı. Artık gözlerimin önünde savrulan sim siyah, şelale gibi saçlar ve alaca karanlıkta bile kendisini belli eden menekşe rengi gözler vardı. Ben ondaki bu anlık ve göz alıcı değişime dalmışken; ahırların tarafından genç bir adam çıkageldi. O da çocuklar gibi kızı sarınca; adamı sanki daha önce görmüş gibi hissetmiştim. Tanıdık gelen simanın kime ait olduğunu anlayınca kısa süreli bir şaşkınlık yaşamış ve uzun boylu, uzun saçlı genç adamın kollarını açıp onu sinesine çağırışı ile bu tanıdıklık hissinden emin olmuştum. Kollarını açan adam Yalçın'dı ve hiç değişmemişti. Onun kollarına atlayan ve abicim diye heyecanla bağıran kız ise o küçük, yaramaz Halide'den başkası değildi.

Şimdi bu kız, oyunlarımıza dahil olmak için peşimizden koşturan, biz dahil etmeyince de acımadan bizi taşlayan küçük, yaramaz kız mıydı?

Previous Next
You can use your left and right arrow keys to move to last or next episode.
Leave a comment Comment

Waiting for the first comment……

Please to leave a comment.

Leave a comment
0/300
  • Add
  • Table of contents
  • Display options
  • Previous
  • Next

Navigate with selected cookies

Dear Reader, we use the permissions associated with cookies to keep our website running smoothly and to provide you with personalized content that better meets your needs and ensure the best reading experience. At any time, you can change your permissions for the cookie settings below.

If you would like to learn more about our Cookie, you can click on Privacy Policy.